Ego, At, Mat
Şimdi sakin ol ve elindeki o egoyu yavaşça mata bırak
Nasıl, neden?
Ego mu?
Evet elimizde.
Egoyu, yoga yaparken sakince mata bırakmak elimizde. Ve bu gerekli. Matın üzerine bırakmamız gerekenler listesinde ego bana göre en başta yer alıyor.
Korkular, önyargılar, yargılar, o gün olanlar, yarın olacaklar, planlar, kaygılar vs. kadar, asana pratiği ile ruhumuz arasında, egonun da işi yok.
Zihnimizi nefese ve bedene odaklayarak sadece ve sadece “olduğumuz halde olmak”, “olduğumuz hale odaklanmak…” Zaten asana’nın da kelime anlamı “duruş, oluş” demek değil mi? Pataanjali, asana’yı “Sthirasukhamasanam” olarak tanımlıyor. Sthira, durgun; Sukham, rahat; Asanam, duruş… Yani hareketsiz ve rahat duruş anlamına geliyor asana (Hatha Yoga Pradipika Türkçe Çeviri ve Yorum, Bora Ercan, Önsöz’den s.10).
“Asana pratiğini”, “Asana performansına” çeviren/indiren şey kaslarımız, kemiklerimiz değil, benliğimiz yani egomuz.
Biraz iddialı olabilir ama yine de kuracağım bu cümleyi: Ne tür bir geçmişten gelirsek gelelim, kendimizi bugüne dek nasıl inşa etmişsek edelim, egomuz yani benliğimiz baştan çıkarılmaya teşne bir şey. Biraz daha ileriye gidecek olursak; her an patlayabilir. Ve bu, o kadar hızlı olur ki biz bile farkına varamayabiliriz. Kendisini sakince mata bırakmak ve pratiğimize öyle başlamak, yaptığımız şeyin yoga olmasını sağlayacak koşullardan biri.
Peki bu egonun röntgeni, emarı (MR) çekilebiliyor mu, gözle görülür elle tutulur bir şey değilse var olmadığı anlamına mı geliyor? Buna cevap verilecek yer tabi ki bu yazı değil. Biz baştan psikanaliz kuramını referans olarak alarak egonun ne olduğuna göz atalım.
Ego, tek başına var olan bir şey değil. Freud’a göre ruhsal aygıt üç öğeden oluşuyor: id, ego, süperego.
İD
Freud’a göre id, doğuştan geliyor. Benliğimizin “hayvani” tarafı. Ona göre id ile başlarız yani ne zaman acıktıysak hemen o an karnımızı doyurmak, bir şeyi arzuladığımız an, onun sahibi olmak isteriz vb. İd, Freud’un ifadesiyle “haz ilkesi”ne göre çalışır; hazzı hemen o an ister.
EGO
Bu noktada şundan söz etmek gerekir ki id’in arzuladığı, elde ettiğimiz şey/haz, her zaman istediğimiz şey olmayabilir ya da o haz her zaman istediğimiz yerde ve zamanda gerçekleşmeyebilir, bizim olmayabilir. Bu; baş edilmesi gereken bir durumdur ve bunun için bir mekanizma, bir sistem devreye girer; bu sistem de bazı reaksiyonların devreye girmesini sağlar. Bu reaksiyonlar da ya arzuları tatmin etmeye yönelik planlamaları ya da onları baskılamaya yönelik planlamaları içerir. Bu sisteme de ego ya da benlik deniyor.
Freud’a göre arzularımızı nasıl tatmin edeceğimiz veya bunlardan nasıl vazgeçeceğimizle ilgili olarak bu dünyada var olma, yolumuzu bulma ilkesine göre çalışan egonun çıkışı, bilincin kökenini sembolize ediyor.
Yani ego öyle sürekli şiş, kurtulmamız gereken bir şey değil ama “Kendi kontrolünü kendi sağlayabilecek hale gelebilir mi, bu yoga ile mümkün mü?… Yoga’nın kelime anlamlarından biri de atı koşumlamak, bağlamaktı… Ego bu anlamda nasıl koşumlanabilir, koşumlanmalı mı?” başka bir yazının konusu olsun…
SÜPEREGO
İnsanın sosyal bir varlık olduğunu hesaba kattığımızda, Freud’a göre bir üçüncü bileşen devreye giriyor; Süperego. Ebeveynlerimizin toplumsal kuralları, ahlaki değerleri dikkate alarak geliştirdiği kuralları daha ilk yıllarımızda içselleştirmeye başlıyoruz. Biz, arzularımızı tatmin etmek peşinde koşarken, dünyada yolumuzu bulmaya çalışırken bazen karşımıza cezalar ve/veya yasaklar çıkıyor. Sonra da bunları içselleştirmeye başlıyoruz. Böylece kafamızda bir Süperego gelişiyor.
Evet, benliğimizin (ego); id ve süperego arasına sıkıştığı sonucuna varabiliriz. Süperego çok akıllıca çalışan bir mekanizma değilmiş bu arada. Sadece “şundan utanmalısın, bu yaptığın hiç doğru değil” gibi aslında id gibi ilkel ve düşünmeden çalışan bir mekanizma. Bloom diyor ki “Benlik, yani ego, bu iki “ilkel yaratığın” arasında sıkışıp kalır” (Bloom, 2007, s. 3).
GELELİM YİNE YOGA MATINA
Benliğimiz (egomuz)
- Süperegonun ezbere söylemleri
(“Yanımdaki baş duruşuna kalktı, dirseğim sakat ama olsun aslında ben de yaparım, o duvardan destek alarak yapıyor pincha mayurasana’yı, ben desteksiz yapacağım, Hoca tam bakarken poza gireyim, keşke fotoğrafımı çekse biri, bir ayna olsaydı ne iyi olurdu vs vs)
ve,
- İd’in şehvetli çağrıları arasında sıkışıyorsa (narsistik zafiyetlerimiz, arzularımız, işin haz boyutu peşinden gitmek gibi), bu sıkışmışlık arasında zavallı egomuz/benliğimiz bir de şimdi yerlerde mi sürünsün!
Hayır, demiyorum ki Tadasana’da al egonu ayaklarının altına da ez… Silahlarını birbirine doğrultmuş iki düellocu id ve süperego -ki ikisi de pek o kadar akıllı değilmiş-, bitmek bilmeyen istek/yasak kurşunlarını sallarken ego yere doğru sakince süzülsün, tevazuya doğru yol alsın, bir içe dönüş başlasın.
Egonun hemzemin olması, bizi süperego yanılsaması/koşullanmaları ve id “hayvanının” arzularından kurtaracaktır.
Geçenlerde okuduğum kitapta, tam da bu konuyla ilgili bir bölüm karşıma çıkmıştı.
Aslında bizlerin, derslerde cümlesini “kendinle yarışma” diye kurduğumuz şeyi, kendini kandırmak, hile yapmak olarak çok güzel aktarıyor. Gün sonunda olayı, Asana performansına çevirerek kendimizi ve bedenimizi kandırmanın ne alemi var değil mi?
Pozcu kitabından;
“(…) Lotus üzerinde çalıştım da çalıştım. Aslına bakarsanız, hile yaptım. Eğer bir yoga pozisyonu içindeyken hile yapmak imkansız sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. Çok da basit. Fran (Yoga eğitmeni) etrafta dolaşıp, parmaklarını şaklatarak, sıkılmadan tekrarlardı: ‘Eğer ayak bilekleriniz ya da dizleriniz acıyorsa devam etmeyin. Ayak bilekleri ya da dizlerde acı varsa yarım lotusta kalın’. Dizlerim de ayak bileklerim de bayağı acıyordu, yine de devam ediyordum. Ayaklarımın lotus içine girdiğim zamanki görüntüsüne bayılıyordum. Çok erdemli görünüyorlardı. Boş vermişim acıyı!(…)” (Pozcu, Claiere Dederer, Sistem Yay., Çev: Sinem Er, 2011 s. 54)
Kendini kendine kabul ettirme; komşu mattakine, yoga eğitmenine ve tüm evrendeki “Yoga camiasına” kendini kabul ettirme ihtiyacının bir sonucu olabilir mi?
Buradan da geriye yoga kalır mı? Rahatlar mıyız, zihin hareketsiz, sakin, kıpırtısız olur mu, nefesler telaşsız gelir gider mi, beden yeterli oksijeni alır mı, eklemler açılır, kaslar güçlenir ve gevşer mi?
Hiç sanmıyorum!
Aslında sanmanın ötesinde net olarak biliyorum: Hayır bunların hiçbiri gerçekleşmez. Nasıl bu kadar eminim? Elbette kendimden biliyorum.
Sonraki yazılarda “Dersi derste dinlemek” ve “Yogada bir ‘at’ olarak benlik…” Evet yanlış duymadınız ‘at olarak benlik…
Sevgiler,
Nilüfer